Fil yılında Rabi’ul-evvel ayının on ikinci gününe rastlayan Pazartesi sabahı, henüz tanyeri ağardığı zaman âlem başka bir âlem oldu, cihâna nur doldu. Kâinatın ezeldenberi müştâk olduğu, göklerin aşkıyla devreylediği fahr-i âlem Muhammed Mustafâ (S.A.V.) doğdu. Bu gecenin, geceler içinde benzeri yoktur. Kâinatın en azametli hâdisesi bu gece vuku’a gelmişdi. Bütün âlem bu geceyi bekliyordu. Yahudiler. Hıristiyanlar, Kâhinler Hâtem-i Enbiyâ’nın (son Peygamberin) zuhurûnu haber veriyorlardı.
Hazreti Âmine Radıyallahu anhe validemiz, hiç zahmet çekmeden dünyaya getirdiği bu nur topu çocuğu, dedesi
Abdü’l-Muttalib’e müjdeleyince, ihtiyar dede çok sevindi. Hemen bir ziyâfet vererek ona, MUHAMMED adını koydu.
–Ecdadında böyle ad yoktur, bu ismi koymadan maksadın nedir? Diye soranlara,
-Umarım ki onu gökte Hak, yerde halk pek çok medhu senâ edecektir, diye cevab verdi.
MUHAMMED, AHMED, MAHMUD, MUFTAFÂ en güzel ve mubârek isimleridir.
Gölgen güneş güzelim sana gözler doyamaz
Ey mahbûbi ezelim yâd el sana varamaz
Şol demde ki Emine geldi rûyi zemine
İşaretdi Emin'e ki doğup kıla namaz
Götüre şâha bizi el tutub râha bizi
Erdire maha bizi ansız kimse varamaz
Geldim ol dost ilinden ele alub gülünden
Tuttum pirin elinden münkirler anlayamaz
Çün tarikat esrarı zâhid gider evzârı
Hakikate kim zârı kılar ise duramaz
Gider yârin iline devam edüb yoluna
Bakmaz sağu soluna sivâ ânâ yaramaz
Halil o yâri bulan bir kuluna kul olan
Gönlü şevk ile dolan gayrı kârı aramaz.
(Divan-ı Kenzi Şumus)
Bu manzumede geçen bazı kelimelerin anlamı:
Mahbubi ezel;Ezeli sevgili. Yâd el;Yabancı. Şol demdeki;O andaki. Ruyi zemin;Yer yüzü. Râh;Yol. Mâh;Ay. İl; Şehir,Yurd. Pir; Üsdaz,Mürşid. Münkirler;İnkar edenler. Esrar;Sırlar. Zâhid;Dünyalıkları terk edip kendini ibadete veren. Evzâr;Günahlar. Zâr;Ağlamak. Siva;Allah C.C.den başka her şey. Şevk; İştiyak, şiddetli arzu.
Bu gecenin sabahı, insanlık için yepyeni bir devir açılmişdır. Artık yeryüzünden küfür ve zulüm kalkacak, şirk ve ilhad sönecekdir.
Bu kudsi zâtın zuhur ettiği sabah, canları sevindiren bir sabah, bu yüce zâtın doğuşu yeni bir devrin başlangıcı idi.
Bu gecede bazı hadiseler meydâna gemişdir. Şöyleki: İran şahı kisranın sarayında ondört sütun yıkıldı, Mecusilerin, sönmeyen ateşleri söndü, Sava gölü kurudu.
Bu işâretler iki cihan serveri MUHAMMED MUSTAFÂ (S.A.V.) hazretlerinin zuhuruna işaretti. Onun bu zuhuru, İranın saltanat ve ihtişamını, Putperesliğin tahakkümünü, Bizansın satvetini (kuvvetini), Çinin azametini (büyüküğünü) yıkacak, bütün dünyadaki küfür ve ilhad ateşini söndürecek, Zerdüşlüğün
kuvvetini, Hıristiyanlığın tegallübünü (haksız yere tahkkümünü) kıracak demek idi.
Merhum Mehmed Âkif (Bir gece) şiiriyle bu muazzam ve mubarek hadiseyi çok güzel tasvir etmişdir.
Bir gece
On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi
Kavmden, ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lâkin o ne husrandı ki: hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir , halbuki bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler ? Göremezlerdi tabii:
Bir kerre, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi;
Bir kerre de, ma’mure-i dünya o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişdi beşer yırtıcılıkta;
Dişsizmi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin,
Salgındı, bu gün şarkı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişdi ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma’sum,
Bir hamlede Kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekdi bütün hakkı verildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi!
Alemlere rahmetti, evet şer’-i mübîni;
Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhibse, onun vergisidir hep;
Medyun Ona cem’iyyeti, medyun Ona ferdi.
Medyundur O ma’suma bütün bir beşeriyyet...
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.
Mehmed Âkif (Safahat)