Allah Sevgisi: Cemal Nar Ben şahsen bunaldım bu gündemden. Kimse kimseyi duymuyor, dinlemiyor, anlamıyor. “Sizi seviyoruz ama” diyerek başlıyorlar cümleye. Gerisi bağlar gazeli. Ben, “fefirruu ilellah” ayetine uyarak “Allah’a kaçıyorum.” Belki içim açılır inşallah. Bize kıssadan hisse gerek, haberin aslından ziyade verdiği mesaja bakalım derim. İşte bu yüzden şu iki hikayeyi anlatmakta bir mahzur görmüyoruz: Meşhur bir haberde şöyle bildirilmiştir: “İbrahim (a.s) ruhunu kabzetmek üzere gelen ölüm meleğine 'Sen hiç dostunu öldüren bir dost gördün mü?' diye sorunca, Allah Teâlâ ona vahiy göndererek 'Sen hiç sevdiğinin huzuruna varmaktan çekinen bir dost gördün mü?' dedi. Bunun üzerine İbrahim (a.s) 'Ey ölüm meleği! Hemen ruhumu kabzet'! dedi. Hz. Peygamber bir duasında şöyle demiştir: “Yârab! Kendi muhabbetini ve seni sevenin sevgisini ve beni sevgine yaklaştıran şeyin sevgisini bana ihsan eyle! Sevgini soğuk sudan bana daha sevimli kıl!”(Ebu Nuaym, Hilye’de, Ebu’d Derdâ'dan.) Bu sadece duada söylenen bir söz olarak kalmamıştı. Hatırlarsanız, dünya ile ahiret arasında bir tercih yapması vakti geldiğinde de, “Allah’ım, yüce arkadaşlığını tercih ediyorum!” demişti. Bu durum, ancak bütün kalbiyle Allah'ı seven bir kul için gerçekleşebilir. Bu kul ölümünü sevdiği ile birleşmeye sebep görürse, ölüme doğru neden atılmasın? Çünkü Allah'tan başka bir sevdiği yoktur ki ona yönelsin, iltifat etsin. Gelelim ikinci kıssamıza: “Hz. İsa (a.s) bedenleri zayıf düşmüş, beti benzi uçmuş üç kişinin yanından geçerken kendilerine şöyle sordu: - Sizi bu hale getiren nedir?' Onlar: - Ateş korkusu! dediler. Hz. İsa: - Korkan bir kimseyi emniyete kavuşturmak Allah Teâlâ'nın üzerine haktır, dedi. Sonra onları geçti. Başka bir üç kişiye rastladı. Baktı ki onlar daha zayıf, benizleri daha uçuk. - Sizi bu hale getiren nedir?' diye sordu. Onlar: - Cennete olan şevkimiz! dediler. İsa (a.s): - Size umduğunuzu vermek Allah'ın üzerinde bir hak oldu, dedi. Sonra onları geçip üçüncü bir gruba rastladı. Baktı ki onlar daha zayıf ve benizleri daha uçuk. Sanki onların yüzünde bir nûr vardır. - Sizi bu gördüğüm dereceye ulaştıran nedir? dedi. Onlar: - Biz Allah'ı (c.c) seviyoruz! Bizi bu hale getiren Allah sevgisidir' dediler. İsa (a.s): - Mukarrebler sizlersiniz! Mukarrebler sizlersiniz! Sizsiniz mukarrebler!' dedi. Ebu Süleyman ed-Dârânî kıssada geçen bu hakikati şöyle ifade etmiştir: “Allah'ın kulları içinde öyle bir grup vardır ki cennet ve cennetin içindeki nimetler bile, onları Allah'tan uzaklaştırmaz. Onlar dünya ile nasıl Allah'tan uzaklaşacaklardır?” Allah Teala hiç şüphesiz iyi kullarını sever. İşin hoş tarafı ise, sevdiği kullarını anlatırken, bu sevginin karşılıklı olduğunu beyan buyurmasıdır: “Onları sever, onlar da Allah'ı severler!”(Maide 5/54) “İman edenler ise en çok Allah'ı çok şiddetli severler.”(Bakara 2/165) “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, soylarınız, kazandığınız mallar, geçersiz olmasından korktuğunuuz ticaret, hoşunuza giden meskenler size Allah'tan, elçisinden ve O'nun yolunda cihaddan daha sevgili ise, o halde Allah'ın emri (azabı) gelinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”(Tevbe 9/24.) Bu ayetler, Allah’a olan muhabbetin ve bu muhabbette insanların değişikliğini ispata delil olarak yeter de artar bile. Kim Allah Teâlâ’yı kullarından daha fazla seviyorsa, ölçüsü, ilkesi şeriat olsun. “Bütün müminlerin kardeş olduğu” gerçeği dilinde değil, kalbinde olsun. Sevdiğini de ırkçılık ve asabiyet için değil, Allah için sevsin. Kimsenin kalbini yarıp bakamadığına göre, iman ve takvada kendini kimseden üstün görmesin. Adam sınavda belli olur. Tevazu ve mahviyet, kendini övdükten sonra atılacak, unutulacak veya ihmal edilecek bir aksesuar değildir. 04 Aralık 2013 Çarşamba www.cemalnar.com |
755 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |